13- İLK YILLARIN EKMEĞİ / HEİNRİCH BÖLL
Yılar öncesine dair tanıklığım: Tokat'ın eski mahallelerinde geziyordum. İki çocuk kavga ediyordu.
Birinin elindeki ekmekler yere saçılınca yılların verdiği yorgunluktan beli
bükülmüş bir amca bastonuyla yanlarına gelip “nimetin kıymetini bilin çocuklar,
ekmekleri alın yerden” diyerek çocuklar arasındaki kavgayı bitirdi, düşen ekmekleri öpüp alınlarına değdirmelerini isteyerek barıştırdı onları. Yokluk
görmüş kültürümüzün asırlardır yaşattığı bir davranış biçimidir bu.
Büyükanne ve
dedelerimizden görmüşüzdür; bir gün lazım olur deyip eskimiş, işlevselliği
kalmamış eşyaları atmaya kıyamazlar. Her şeyin tüketimle değer bulduğu bir
nesle komik ve anlamsız gelse de, “idareli kullanmak lazım” diyerek nasihatte
bulunmaktan geri durmazlar.
Ekmek denilince, 17
Ağustos depremi sonrası medyada çokça paylaşılan, yıkılmış binaların önündeki gözü
yaşlı bir ihtiyarın resmi gelir aklıma.
Peki, günümüzde ekmeğin
değeri ne kadar biliniyor: “Türkiye’de bir yıl içinde 1,7 milyar ekmek çöpe
atılırken, 214 milyar liralık gıda israfı yapıldığı belirlendi. Günlük olarak
bakıldığında ise, 4 milyon 900 bin ekmeğin çöpe atıldığı tespit edildi. (Şubat
2018)”
***
Heınrıch BÖLL, “İlk
Yılların Ekmeği” ile yirmili yaşlarında, çamaşır makinesi tamirhanesinde
çalışan Fendrich’in, Hedwig’in geldiği gün (Pazartesi) içindeki yaşadıklarını ve geçmişle bugün arasında gidip gelen anılarını anlatıyor. Hatırlananlar, İkinci Dünya
Savaşından yeni çıkmış Almanya'nın ekmek kaygısı ve açlık korkusu, yaşanan ise
bu duyguların gölgesinde doğan aşk hikayesi.
-KISMEN SPOİLER İÇERİR -
Fendrich, çamaşır
makinesi tamirat ustasıdır ve pazarları da dahil olmak üzere günde on iki saat çalışır.
Yapmak zorunda kaldığı bu işten, tamirat sonrası ellerinden nefret ettiği
saatler olur. (s;11) Ancak, para kazanabildiği bir işe sahip olduğu için bu
şartlara katlanır.
“(...)
altı yıldır kendime hiç itiraf edemediğim şeyi şimdi biliyordum: Bu meslekten
nefret ettiğimi (…) Bu meslekte sevdiğim şey bana getirdiği paraydı ve bu para
cebimdeydi; parayı tutup yokluyordum; hâlâ oradaydı.” (s.46)
Fendrich’in babası, gönderdiği mektup ile Müller’in kızı Hedwig’i karşılamasını ister. Müller, bir
zamanlar Fendrich’in de öğretmenliğini yapmıştır. Kızı Hedwig’i Pedagoji
Akademisi’nde okuması için gönderir. Fendrich’e yazdığı notta, kiralanacak oda için ‘ödenecek paraya değmeli’ şeklinde istekte bulunur. Bu istek, Fendrich’in
içinde nefret uyandırır. Onu, 16 yaşında şahit olduğu savaş yıllarına götürür.
Her şeyin ödenecek paraya değmesi demek, parası sınırlı olanlar için
her şeyin fiyatını öğrenmek zorunda kalmak demektir çünkü.
“ Anılarımda hiç de nefret edilmeye değer biri olarak
yaşatmadığım Müller’den nefret etmem için “ödenecek paraya değmeli” sözü
yetmişti bile; çünkü “ödenecek paraya değmeli”
sözünden nefret ederim. (…) Ben her şeyin fiyatını öğrenmek zorunda
kaldım; çünkü hiçbir zaman ödeme gücüm olmadı. On altı yaşında bir çırak olarak
kente geldiğim zaman açlık bana bütün fiyatları öğretmişti. (s;18)
Fendrich, sızlanmaları sonucunda, babasının mahcup bir şekilde fırıncı Fundahl’ın kapısına giderek bedava ekmek almasından dolayı çok mutlu olurdu çocukluğunda. Bir gün, fırıncının "Yalnız karne karşılığında ekmek verebilirim, pazar akşamları karne de geçmez" deyip kapıyı babasının yüzüne kapatması sonucunda bir daha ekmek alamayacaklarını anlar. Çünkü, babası Fundahl’ın derslerinde başarısız
oğlunun öğretmenidir ve ekmeğin gelmeyişini şöyle açıklar: “Dün onun oğluna zayıf vermek zorunda kaldım”(s;15)
Fendrich’in savaş
yıllarında yaşadığı açlık duygusu o kadar etkilidir ki, Hedwig’in “cebinizde, rastlantı eseri daha ekmek var
mı acaba? Ne yapıyorsunuz bu francalalarla? Kuşları mı besliyorsunuz? Yoksa
açlık korkusu mu çekiyorsunuz?” sorusuna “Açlık korkusu hep içimdedir (s; 68)” diyerek
cevap verir.
Hatırı sayılır bir
kazanca sahip olsa bile, fırından ihtiyacından daha fazla ekmek alır, cebinde
hep bir parça ekmek ile dolaşır.
“Taze pişmiş ekmek düşüncesi kafamın içini serseme
çeviriyordu, çoğu zaman akşamları saatlerce kentin içinde dolanıp yalnızca tek
bir şey düşünüyordum: ekmek... Gözlerim yanıyordu, dizlerim halsizdi, içimde
kurtlara yakışacak bir duygu vardı. Ekmek. Bazı insanlar nasıl morfin delisiyse
ben de ekmek delisiydim (…) Şu sıralarda bile, paramı almış, cebimde
banknotlar, bozuk paralarla kentin içinde geçerken, o günlerin kurtlara özgü
korkusu ve anısı içimi dolduruyor, ekmek fırınlarının vitrinlerinde taptaze yatıp
duran ekmeklerden satın alıyorum. Sonra öbür dükkândan bir tane daha, sonra bir
sürü de kahverengi, çıtır çıtır, küçük francalalardan alıp hepsini pansiyoncu
kadının mutfağına götürüp bırakıyorum. Çünkü satın aldığım ekmeğin dörtte
birini bile zor yiyip bitirebiliyorum ve ekmek bayatlar korkusu içimi
dolduruyor (s;18,19)”
Fendrich, Hedwig’e
duyduğu hisler ve geçmişte uğadığı, bugün daha da farkına vardığı haksızlıklardan
dolayı, patronunun kızı ve aynı zamanda herkesin evlenecek gözüyle baktığı Ulla’nın
yanına ayrılacağını söylemek için gider. Patronu Wickweber
ve kızı Ulla gibiler, bir taraftan mubah gördükleri her türlü sahtekârlık ile
zenginleşirken, diğer taraftan da işçilerin emeklerini sömürür ve ölümleri
karşısında duyarsızdırlar. İş kazası sonucu hayatını kaybeden işçinin
değeri, sanki hiç var olmamış gibi, arkasında bıraktığı canlar hiç yokmuş gibi,
bu şirket işçin hiç emek vermemiş gibi, isminin üzeri, kırmızı bir kalem ve bir
cetvelle çizilip, yerine dışarıda bekleyen yüzlerce işsizden birinin dahil edilmesine
kadardır. O ilk yılların ekmeği Fendrich ve
bordrolu çalışanlar için hesap birimidir (bkz s;89). Bu hesap birimi üzerinden "bir ekmek fazla verebilirdiniz" diyerek uğradıkları haksızlıkların hesabını Ulla’ya sorar ve ondan ayrılır.
Açlık, kişiden kişiye
farklı değer yargıları oluşturur. Veremli anne, hasta döşeğindedir, iyi
beslenmesi gerekse de “Yesene, aç olduğunu
biliyorum, kentin ne olduğunu biliyorum” diyerek oğlu Fendrich için hemşirelerin bıraktığı yiyeceklerden
artırdıklarını, ziyarete gelenlerin bıraktığı gıda ve içecekleri saklar. Çünkü, öldüğünde yanda yatan diğer hasta ya da hasta yakınlarının o
yiyeceklere aç kurtlar gibi saldıracağını bilir. (bkz. s;23), Karısını yeni kaybetmiş bir adam,
bir gün önce getirdiği et konservesini kaybettiğinde ölüme duyduğu feryattan daha
çok tepki verir. (bkz. s;24), Oğul (Fendrich), ekmek alabilmek için babasının
kitaplarını çalıp satmak, baba da evladı çalmasın diye en değer verdiği
kitaplarını satmak zorunda kalır. (bkz. s;89)
Fendrich, haberi olduğu
halde çocukluğunda yaptığı hırsızlıktan dolayı kendisini suçlamayan (bkz. s;88)
mesleğini bile sormayan (bkz. s;103) Hedwig’e aşık olur. Günün sonunda, hem
anıların, hem yaşananların, hem de gecenin karanlığında kendi gözleriyle
göremediği Hedwig’in yüzü için “ (…) ama
onu görebilmek için artık göz gerekli değildi bana” (s;104) diyecektir.
-SPOİLER SONU -
-SPOİLER SONU -
Allah hiç
kimseyi, hiçbir milleti yoklukla imtihan etmesin.
Benim okuma serüvenimde izler bırakan “İlk Yılların Ekmeği”, olayları akıcı bir dille anlatmıyor. Heyecanlı bir kurgu bekleyenlere hitap etmeyecektir sanırım. Kasvetli bir havası da var. Buna rağmen, sessizce, kendini belli etmeden, dipten akan bu kitabı ben beğendim. Kulak verip emek harcarsanız duyabilirsiniz şırıltısını. Takdir sizin.
Benim okuma serüvenimde izler bırakan “İlk Yılların Ekmeği”, olayları akıcı bir dille anlatmıyor. Heyecanlı bir kurgu bekleyenlere hitap etmeyecektir sanırım. Kasvetli bir havası da var. Buna rağmen, sessizce, kendini belli etmeden, dipten akan bu kitabı ben beğendim. Kulak verip emek harcarsanız duyabilirsiniz şırıltısını. Takdir sizin.
Başka
bir yazıda buluşmak üzere hoşça kalın.
YUNİS ELMAS
Can Yayınları / 104 Sayfa
İLK YILLARIN EKMEĞİ / HEINRICH BÖLL
Bu tarz kitapları seviyorum ben . Yazdıklarınız çok etkiledi beni. Kitabı listeme alıyorum , teşekkür ederim.
YanıtlaSilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilUmarım beğenirsiniz.
Evet, Allah hiç kimseyi yoklukla imtihan etmesin. Kitabı da anlatımınızı da çok etkileyici buldum. Okumak isterim. Teşekkürler. 🤚
YanıtlaSilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilZor bir imtihan. Kitabı da umarım beğenirsiniz. Dediğim gibi çokça akıcı bir kitap değil.
Gerçeklerin romanını daha çok seviyorum not alacağım mutlaka bana uygun gibi
YanıtlaSilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilAkıcılık ve karamsar hava yönüyle olumsuz bir etki etmeyecekse beğenirsiniz umarım.
ekmek kültürü,küflü sandıklarda duruyor gibi dursa da ,hala yaşanıyor.En azından benim çevremde.Geleneğimizde de bizde öpüp başa konulan 3 şeyden biridir ekmek(bayrak ve kutsal kitap ile) Hem yokluk görmüş olmaktan hem de nimet dediğimiz olguyu sembolleştirdiğimiz tek şey olmasından.Öte yandan bunca değer atfettiğimiz şeyin ,en çok israf ettiğimiz şey olması da oldukça manidar.
YanıtlaSilDuanıza amin diyiyorum...
Dikkat çekici bir kitap...teşekkürler...
Yorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilKitap özellikle konusu itibarıyla ilgimi çekmişti.
Ekmek emektir aynı zamanda, bir gıda maddesi olmaktan çok ötedir bizim toplumumuzda. Kitabı not aldım, teşekkürler..
YanıtlaSilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilÇok haklısınız. Kitabı da umarım beğenirsiniz.
Bilemiyorum kararsız kaldım. Konusu güzel ama anlatım da önemli...
YanıtlaSilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilO zaman bu kitap size göre değil. Karamsar bir hava, akıcı olmayan bir üslup. Konu olarak güzel ancak.
Bu sözü dün eşimden duydum. Kendisi görevi dolayısıyla Suriye de ve o kadar çok aç insan ve çocuk varmış ki Kuru ekmeğe muhtaç. bir tane ekmek verdiğiniz de kapıya sürekli vuran çocuklar gelmeye başlıyormuş ne acı... o ekmekten baska verecek şeyiniz yoksa kapı sesleri daha da acı.
YanıtlaSilDuanıza amin inşallah bütün kötülükler son bulur.
Yorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilEşiniz, anlatılanlara yakinen, hal diliyle şahit oluyor öyleyse. Umarım o insanların yaralarına az da olsa merhem olabiliyordur.
http://lutfibergen.blogspot.com/2017/08/ekmek-davasi.html
YanıtlaSilYazıyı okudum Mustafa. Teşekkür ederim.
SilYeni nesil ekmege saygıyı pek bilmiyor ne yazıkki
YanıtlaSilÖyle maalesef.
SilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
tokattan almanyaya ekmekin hikayesi pikiş, okuyabiliriim :)
YanıtlaSilUmarım beğenirsiniz.
SilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
Çok haklısınız.
YanıtlaSilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
Uzun bir yazı ama deprem ve yoklukla ilgili girişten sonra sonunu getirmek için heyecan duydum. Kitabın kapağını beğendim, zaten Can Yayınları'nın yeni nesil kitap kapakları genel olarak hoşuma gidiyor. Yazarın soyadı, "bölmek", daha da güzeli "bölüşmek" eylemini aklıma getirdi. Yemeğin kutsallığı var. Birlikte yemek yediğim insanları da genelde daha çok sevmişimdir :) Elindeki az da olsa yanında biri varsa bunu onunla bölüşmek insanı sandığından daha fazla doyurur. Ama gel gör ki ekmeği de nice gıdayı da israf ediyoruz. Bilinçsiz satın alımlar, bilinçsiz tüketmeler ve bilinçisiz tüketememeler. Neticede alınıp atılana para veriliyor ve ekonomik sistem içinde işleyişi devam ediyor. O para yine verilip o ekmek ve gıda ürünleri yine alınabilir ama kendine değil. Paylaşmayı hatırlamak lazım. Öğrenmekten ziyade hatırlamak. Zira biliyorduk, unuttuk. Biraz da unutturulduk. Karamsar oldu yorum, ama modumuzu yükseltelim :) Neşeli sevgilerle :)
YanıtlaSilGüzel yorumunuz ve ziyaretiniz için teşekkür ederim
SilHeinrich Böll okuma listemde olan ancak bir türlü sıra gelmeyen yazarlardan. Kütüphanede bir kitabını gözüme kestirmiştim, buna da bakayım belki vardır :)
YanıtlaSilUmarın beğeneceğiniz bir yazar olur.
SilYorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.