3- KELEBEK VE DALGIÇ / JEAN DOMINIQUE BAUBY
KENDİ VÜCUDUNDA HAPSOLMAK
"İnsanın önünden geçtiği bir ağacı görebildiği
için mutlu olmamasına şaşırıyorum."
Budala, Dostoyevski
Kolay olanı,
şikâyet etmektir. Bir şeyi başaramadığında, ufacık bir adım atmadığında
bahaneler üretmektir en kolay olanı. Zannederiz ki, tüm dünya bize
karşı, imkânsızlıklar içinde boğulan hep biz oluruz. Şansı yaver
gitmeyen, bizden bahtsız olanı yok sanırız. Korkarız, endişeleniriz; korunaklı duvarlar içerisinde steril bir hayat sürer, geleceğe
yönelik uzun planlar yapıp her şeyi kontrol altına almaya çalışırız.
Tutabilen ellere, yürüyen ayaklara, görebilen gözlere, duyabilen kulaklara
sahipsek, konuşabiliyor ve söylenen sözü anlayacak aklı kaçırmamışsak, bize değer veren insanların varlığını hissediyorsak, ne büyük
imkânlara sahip olduğumuzun farkında olmalı değil miyiz.
Elde edemediklerimiz için üzülmek yerine, sahip olduklarımızın ne
kadar kıymetli olduğunu, şikayetlerimizin birçoğunun aslında önemsiz
olduğunu, kimlerin iyi, kimlerin zor gün dostu olduğunu anlayabilmek
için, Jean-Dominique Bauby'un "Kelebek ve Dalgıç"ında sorduğu gibi,
illaki bir felakete mi ihtiyaç duyarız?
Acaba önceden sağır ve kör müydüm, yoksa insan, karşısındakinin gerçek
yüzünü görmek için felaketin keskin ışığına mı ihtiyaç duyuyor? (S;93)
1952 doğumlu, gösterişli bir yaşama sahip,
Fransız moda dergisi Elle'nin genel yayın yönetmeni Jean Dominique; kariyerinin zirvesinde, geleceğe yönelik plan ve hayalleri
varken, 1995 yılında ansızın, çok nadir görülen bir beyin kanaması
geçirir. Girdiği komadan zihni açık, tüm vücudu felçli bir şekilde uyanır.
Kendi ifadesiyle; kendi vücuduna hapsolur.
İmrenilen hayatından; felçli bir vücut, sağlıklı bir şekilde olmasa da tek kulağı ile
duyabilmek, evet için bir hayır için iki defa sol göz kapağını kırpabilmektir
geriye kalan.
O zamana kadar "beyin sapı" diye bir şeyden bahsedildiği hiç
duymamıştım. (...) Eskiden buna "beyin felci" denirdi ve bu,
öldüğünüz anlamına gelirdi. Ama yeniden canlandırma alanında öyle teknolojik
gelişmeler oldu ki; bu acı daha da çekilmez hale geldi. Kişi ölümden
kurtulsa bile İngiliz tıbbının çok doğru bir şekilde locked-in syndrome olarak
adlandırdığı bir durumda tıkanıp kalıyor. Baştan ayağa felçli ancak zihinsel
anlamda zarar görmemiş olan hasta, kendi vücudunda hapsoluyor. Ben de artık
öyleyim ve tek iletişim aracım, sol göz kapağımın hareketi. (S;12)
Jean Dominique'nin hayata tutunmasında ve insanlarla iletişim
kurabilmesindeki en büyük katkı, konuşma terapisti ve geliştirdiği alfabe
sayesinde olur. Terapisti, Fransızcadaki kullanılma sıklığına göre harfleri
sıralar ve yüksek sesle okumaya başlar. Doğru harfe geldiğinde Jean Dominique
göz kırpar ve bir sonraki harfe geçip aynı işlemler devam eder.
Benim alfabem,
(...) Fransızca 'da kullanılma sıklığına göre
oluşturulmuş farklı bir sıra. (...) Sistem oldukça basit. Ben göz kırparak not
alması gereken harfte durdurana kadar karşımdaki kişi alfabeyi E S A biçiminde
bana teker teker sayıyor. Aynı yöntemi sonraki harfler içinde sürekli
tekrarlıyoruz ve eğer bir hata olmadıysa oldukça hızlı bir şekilde bütün bir
kelime, ardından da aşağı yukarı mantıklı cümle parçacıkları ortaya çıkıyor.
(S;28,29)
Gönüllü başka bir terapistin yardımıyla, bu yöntem kullanılarak, büyük bir sabır ve meşakkatle, sol göz kapağını belki 200.000 defadan daha fazla kırparak, önce harfler, sonra kelimeler, sonra cümleler kurulur ve “Kelebek ve Dalgıç” tamamlanır.
Kitap hakkında, edebi değerinin olmadığı, ifadelerin kopuk olduğu, gereğinden fazla abartıldığı gibi yorumlara rastladım. Elindeki tek imkânla, "Her cümleyi kafamda on kez yoğuruyorum, bir kelime eksiltiyorum, bir sıfat ekliyorum ve metnimi paragraf paragraf ezberliyorum (S;13)" diyen biri tarafından, anıları, hayalleri, tecrübe ettikleri bundan daha güzel anlatılamazdı her halde.
Jean Dominique, hiç bir bedel ödemeden sahip olduklarının kıymetini bilmeyen ve bir türlü mutlu olamayan insanları düşünmeye sevk ediyor. Kendisine acımaktan vazgeçip, hareket ettirebildiği tek göz kapağı ile iletişim kuruyor, anıları ve hayalleriyle hayata bağlanmaktan, yer yer içine düştüğü durumu tiye almaktan geri durmuyor. Felçli vücudu, kendisini hayattan izole eden dalgıç elbisesi; hayalleri ise onu özgür kılıp, acılarını hafifleten, yaşama tutunabilmek için kanat çırpan bir kelebek oluyor.
Etrafımı saran kozamın, yani vücudumun, üzerimdeki baskısı azalıyor; artık
zihnim bir kelebek gibi gezinebilir. Zihnimin yapacak o kadar çok şeyi var
ki... Mekanda veya zamanda uçabilirim, Ateş Toprakları'na veya Kral Midas'ın
sarayına gidebilir. (S;13)
Mideye bağlı bir sonda aracılığıyla aldığım üç dört şişe kahverengimsi sıvı
günlük kalori ihtiyacımı karşılıyor. Zevk olsun diye tatların ve kokuların
canlı hatırasıyla teselli buluyorum; tükenmeyen duygu hazinesi… Artanları
kullanma sanatı vardır. Bende hatıraları özenle anımsıyorum. Hatıralarımı
canlandırırken istediğim saatte, teklifsiz masaya oturabilirim. (…) Ne büyük
keyif! (…) Orucumun başında mahrumiyet beni sürekli hayali kilerimi ziyaret
etmeye zorluyordu. (S;44,45)
Çok büyük şeyler için değil, insanın ağzında biriken tükürüğü doğru düzgün
bir şekilde yutabildiği için bile mutlu olabileceğini bilmezdim hiç:
Şimdilik, eğer sürekli ağzımı dolduran tükürüğü doğru düzgün yutabilirsem
erkeklerin en mutlusu olabileceğim. Yutma refleksini tetiklemek için dilimi
damağımın arkasına kaydırmaya çalışmadığım bir gün bile geçmiyor. (S:20)
Jean Dominique, hastane görevlilerinin elinde banyo yaptırılırken,
temizlik ve bakım işleri yapılırken kendisini kırk yaşında bir bebek gibi
hisseder. Bu durumundan dolayı kendisiyle alay etmekten geri durmasa
da, göz yaşlarına mani olamaz.
Bazen kırk yaşında bir bebek gibi başkası tarafından temizlenmenin,
döndürülmenin, silinmenin ve giydirilmenin çok matrak olduğunu düşünüyorum.
Hatta kendimi kaptırıp bir bebek gibi acı bir keyf aldığım bile oluyor. Ertesi
gün ise tüm bunlar tam anlamıyla saçma geliyor ve gözyaşlarım, hasta bakıcının
yüzüme sürdüğü tıraş köpüğünün üzerine damlıyor. (S;24)
Banyo sonrası rehabilitasyon salonuna indirilmeye hazırlanırken,
görevliler tarafından giydirilmek istenen elbiseyi giyinmeyi reddeder. Çünkü,
bunun için çok önemli bir nedeni vardır;
Merkezin verdiği rezil spor kıyafetlerini giymeyi reddettiğim için
öğrenciliğimden kalma eski eşofmanlarımı giyiyorum. Tıpkı banyo yaptığım
zamanlarda olduğu gibi, bu eski giysiler de hafızamda acı verici izler
açabilirdi. Oysa ben bunlarda, devam eden bir hayatın izlerini ve hale kendim
olma isteğini görüyorum. Eğer salyam akacaksa en azından bu kumaşın üzerine
aksın. (S;25)
Okurken en çok etkilendiğim bölümlerden biri de, Bauby' in,
hastalığından sonra, bir vitrin camındaki yansımasında kendi yüzünü gördüğü an
oldu;
Vitrinin camındaki yansımada dioksin kazanında kalmış gibi görünen bir
adamın yüzü belirmişti bir anda. Ağzı çarpılmıştı, burnu eğri büğrüydü, saçları
birbirine dolanmıştı, bakışları ise korku doluydu. Tek gözü dikilmişti (dikiş
atılıp kapatılmıştı) ve diğeri Kabil’in gözüne benziyordu. Bir dakika
boyunca onun aslında ben olduğumu anlayamadan göz bebeğine bakakaldım. (S;33)
Hareketlerini kontrol edemeyen, konuşma güçlüğü çeken, aynı zamanda zehir
gibi bir zekâya sahip, hayata gülümsemeye devam eden spastik engelli tanıdık
bir çocuk, sokaklarda gezdirilmekten çok zevk alırdı. Kendisini
tesadüfen fark eden tecessüs dolu, iri iri açılmış ilk bakışlardan ve sonraki
kaçamak tavırlardan, normal bir hayat yaşamaya çalışırken başka
bir dünyanın yaratığıymış gibi muamele görmekten, "bizi
anlayabiliyor mu, duyabiliyor mu, vah vah” gibi patavatsızca söylenen
sözler yüzünden içine kapanıp eve hapsetti kendini.
Aşağıda insanlar gülüyor, şakalaşıyor, birbirlerine sesleniyorlar. Tüm bu
neşe ortamına ben de dahil olmak isterdim ama tek gözümle onlara baktığım anda
genç adam, büyükanne ve berduş, bir anda tavandaki duman dedektörünü seyretme
ihtiyacı duyup kafalarını çeviriyorlar. (S;41)
Paris züppeliğinin merkez üslerinden biri olan ve dedikoduların haberci güvercinler gibi havada uçuştuğu Flore Cafe'de bazı yakınlarım, tanımadıkları birkaç densizin leş bulmuş akbabalar gibi açgözlü bir şekilde yaptığı konuşmayı duymuş. "Bauby'nin bir bitkiye dönüştüğünü duydun mu?" diyormuş biri. "Tabii ki de duydum. Evet, tam bir bitki" (S;92)
Paris züppeliğinin merkez üslerinden biri olan ve dedikoduların haberci güvercinler gibi havada uçuştuğu Flore Cafe'de bazı yakınlarım, tanımadıkları birkaç densizin leş bulmuş akbabalar gibi açgözlü bir şekilde yaptığı konuşmayı duymuş. "Bauby'nin bir bitkiye dönüştüğünü duydun mu?" diyormuş biri. "Tabii ki de duydum. Evet, tam bir bitki" (S;92)
"Zombi baba"ya dönüştüm dese de, baştan sona iyi planlanmış bir mizansenden ibaret olduğunun farkında olduğu babalar gününün kutlanmasından, kızının kollarının arasında
okşanmaktan zevk almakta, oğlunun kapalı dudaklarından sızan salyaları
silmesinden, verdiği sıkıntıdan dolayı tedirgin olmakta. Çünkü, o bir baba.
Sandalyenin üstünde kıvrılmış vaziyette, hissettirmeden, çocuklarımı
seyrediyorum. Ben bir çeşit zombi babaya dönüşmüş olsam da Theophile (oğlu) ve
Celeste (kızı) son derece gerçek, hareketli ve şikâyetçiler. Küçük
omuzlarında ağırlık yapan huzursuzluğu başarılı bir şekilde saklayarak yanımda
yürümelerinden, sadece yürümelerinden bile sıkılmıyorum. Yürürken,
Theophile kağıt mendillerle kapalı dudaklarımın arasından sızan salyaları
siliyor. Hareketleri çekimser, ne tepki vereceği belli olmayan bir hayvanın karşısındaymış
gibi hem sevecen hem de ürkek. Yavaşladığımız anda Celeste kafamı çıplak
kollarının arasına alıyor, boynumu sesli öpücüklere boğuyor ve sanki büyülü
sözlermişçesine, “O benim babam,” diye tekrar ediyor. Babalar gününü
kutluyoruz. (…) Bir gölgenin, bir baba parçasının bile yine de “baba” olduğunu
doğrulamak ister gibi bu sembolik günü hep beraber geçiriyoruz. (…) Tüm bu
sıkıntıların on yaşında bir erkek çocuğuna ve onun sekiz yaşındaki kız
kardeşine büyük bir sarsıntı yaşatıyor olmasından korkuyorum. (S;79,80)
Her halde, bir anne baba için en büyük hasret, elini uzatsa dokunabileceği
bir mesafeden çocuklarını okşayamayışı olsa gerek;
Oğlum Theophile yanımda uslu uslu oturuyor, suratı sırtımdan 25 santim
uzakta. Babası olan benim ise, ellerimi onun kalın telli saçlarının arasında
gezdirmeye, ince tüylü ensesini avucumun içine almaya, yumuşak ve ılık küçük
vücudunu kucaklamaya bile hakkım yok. Nasıl demeli, içinde bulunduğum durum
korkunç, iğrenç, adaletsiz. (S;81)
Jean Dominique, kaçırdığı fırsatları, yakalamayı başaramadığı şansları, uçup gitmesine seyirci kaldığı mutlu anlarını, tüm hayatını, aslına bakarsanız hepimizin hayatını şöyle özetliyor;
Şimdi dönüp baktığımda sanki tüm hayatım bu ucu ucuna kaçırdığım şeylerin bir listesi, sonunu bildiğim ama bir türlü kazanan tarafa oynayamadığım bir yarış gibi geliyor. (S;104)
Maalesef, geçmişten bu güne anıları taşıyan, hayallere kanat çırpan kelebek de yorulur bir gün;
Uzaklaşıyorum. Yavaş, fakat emin bir şekilde. Tıpkı bir denizcinin demir aldığı kıyıdan uzaklaşması gibi geçmişimden uzaklaştığımı hissediyorum. Eski hayatım hala içimde alev alev yansa da, yavaş yavaş anıların küllere dönüştüğünü biliyorum. (S;87)
Jean Dominique son söz olarak; "Acaba bu evrende beni bu dalgıç hücresinden kurtaracak bir anahtar var mıdır? Ya da son durağı olmayan bir metro? Peki, özgürlüğümü geri satın alabileceğim bir para? Sanırım başka yerde aramam gerekiyor bunları. O zaman, ben gidiyorum. (S;142)” dedi ve kitabın yayınlanmasından birkaç gün sonra, geçirdiği zatürre sonucu, 1997 yılında hayatını kaybederek aramızdan ayrıldı.
Kendi vücuduna hapsolmuş bir insanın hikayesini okuyunca, tutsak olduğum alışkanlıklardan, üretilmiş bahane ve hoşnutsuzluklardan, bir adım ötesine gitmekten alıkoyan cesaretsizliklerden utanç duydum. Tek gözüyle, hayatın bir köşesinden tutunmaya çalışan Jean Dominique'nin hayat hikayesinden öğreneceğimiz çok şey var. Geç olmadan sahip olduklarımızın kıymetini bilelim lütfen.
Başka bir yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın.
Yunis ELMAS
Kitap: Kelebek ve Dalgıç,
Yazarı: Jean-Dominique Bauby
Sayfa Sayısı : 144
Yayınevi : Nemesis Kitap
BİTTİ
Burdan Sonrası Okumaktan Yorulmayanlar İçin;
Bu kitabın, 2007 yılında gösterime giren ve yönetmenliğini Julian Schnabel’in yaptığı aynı adlı filmi de var. Filmin büyük bir bölümünde yönetmen, Jean-Dominique’nin bakış açısından izleme imkânı sağlıyor bize. Bazı sahnelerde sol gözün hareket imkânıyla görebiliyor, göz kırpılınca ekran kararıyor, ağlayınca görüntü buğulanıyor. Filmde rahatsız olduğum tek husus ise, ara ara gereksiz yere gösterilen müstehcen sahnelerin yer alması oldu.
Bu kitabın, 2007 yılında gösterime giren ve yönetmenliğini Julian Schnabel’in yaptığı aynı adlı filmi de var. Filmin büyük bir bölümünde yönetmen, Jean-Dominique’nin bakış açısından izleme imkânı sağlıyor bize. Bazı sahnelerde sol gözün hareket imkânıyla görebiliyor, göz kırpılınca ekran kararıyor, ağlayınca görüntü buğulanıyor. Filmde rahatsız olduğum tek husus ise, ara ara gereksiz yere gösterilen müstehcen sahnelerin yer alması oldu.
Altı Çizili Diğer Satırlar:
Ben Breck’teki tatil yerim olan hastaneyi terk
etmiyorum ve doksan üç yaşındaki babamın bacakları da oturduğu binanın yüksek
merdivenlerini inmesine müsaade etmiyor. İkimiz de kendi çapımızda birer
locked-in sendromu hastasıyız; ben ölü bir gövdenin içinde, o üçüncü
katta. Artık her sabah tıraş edilen benim; ve ne zaman bir hasta bakıcı
sekiz günlük eski bir tıraş bıçağı ile özenle yanaklarımı rendelese, babamı
düşünüyorum. (S;53)
Duygulanmaya, sevmeye ve sevilmeye nefes almak kadar
ihtiyacım var. Bir dosttan gelen mektup, bir kartpostalın üzerindeki Balthus
tablosu, bir Saint-Simon sayfası çevirmek geçen zamana anlam katıyor. (S;65)
Hırslı ve birazda alaycı olan, bu zamana kadar hiçbir
başarısızlığı olmayan Bay L. ıstırabı öğrenir, kesin gözüyle baktığı her şeyin
yıkıma uğradığını görür ve yakınlarının aslında birer yabancı olduğunu
keşfeder. (S;66)
“Adam asmaca oynar mısın?” diye soruyor Theophile (oğlu).
Eğer iletişim sistemim repliklerimi çivilemiş olmasaydı, ona felçliyi oynamanın
beni yeterince meşgul ettiğini söylerdim. Sözcükleri bir araya getirmek için
dakikalar harcayınca en ince espri bile anlamını yitiriyor. (S;81)
Yine de dalgıç hücremin içine yerleştiğimden beri teşhis
uzmanlarının hakkımdaki görüşlerini almak için Paris'in tıp dünyasına iki kısa
seyahatim oldu. İlk seferinde ambulans tesadüf eseri, eskiden yazı işleri
müdürü olarak çalıştığım ünlü kadın dergisinin son derece modern binası önünden
geçti. Kendimi duygusallaşmaktan alamadım. (...) Ara sıra günün yemeğini tatmak
için gittiğim kafenin önünden geçtiğimiz sırada gözümden bir kaç damla yaş
aktı. Gizlice ağlayabiliyorum. Gözümün aktığını sanıyorlar. (S;87,88)
Harika mektuplar alıyorum. (...) İster üç satır ister sekiz
sayfa olsunlar, ister Akdeniz'in kıyısından ister yakındaki bir kasabadan
gelsinler, tüm bu mektuplara birer hazine gözüyle bakıyorum. Bir gün
onları uç uca yapıştırıp dostluğun zaferini simgeleyen bir sancak gibi rüzgarda
dalgalanacak kilometrelerce uzunluktaki bir kurdele oluşturmak isterdim.
(S;94)
Bugün Pazar. Pencerenin kenarında yığılmış, küçük bir kütüphaneyi
andıran kitaplarıma bakıyorum. Oldukça lüzumsuz görünüyorlar, çünkü bugünkimse
bana kitap okumaya gelmeyecek. Seneca, Zola, Chateaubriand ve Valery Larbaud
bir metre ötemde olmalarına rağmen erişilmezler. Simsiyah bir sinek burnuma
konuyor. Uçsun diye kafamı sallıyorum. O ise daha sıkı tutunuyor. Olimpiyat
oyunlarında seyrettiğim güreş müsabakaları bile bu denli zorlu değildir. Bugün
pazar. (S;114)
Kitabı bir arkadaşım önermişti. Ama henüz satın almadım. Okunabilir.
YanıtlaSilOkursunuz inşallah. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilÇok etkilendim bugünkü paylaşımından. Söyleyecek söz bulamıyorum doğrusu. Filmi çok ses getirmiş çok sayıda da ödül almıştı diye hatırlıyorum. Kitabını da okumak isterim gerçekten. Çok teşekkürler bu nitelikli anlatımın için. Emeğine sağlık.
YanıtlaSilKitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz ve bu güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
SilEtkileyici bir kitap. Sahip olduklarımızın değerini ancak kaybettiğimiz zaman anlıyoruz maalesef :(
YanıtlaSilHaklısın maalesef. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilSusuzluktan ölecekken bir damla suyu bulduğunda açıklayabilirsin ancak suyu, açlıktan gözün kararıp düşersen yere ancak anlayabilirsin bayatta olsa lime ekmeğin kıymetini. Sıcak soğukla, iyi kötüyle, güzel çirkinle, varlık yoklukla anlamını bulur. Bir mevhumun ifade edilebilmesi için ya zıttı kaim olacak yada yokluğu olacak. Yazarın tüm zihninden geçenleri sadece geliştirdiği evet hayır cetvelindeki ahenge belkide hayat boyu erişemeyeceğiz. Var dediğimiz herşeyin aslında yokluk üzerine çullanmasındandır belkide. Eskiler dua ederken evladım mevlam dertsiz bırakmasın derlerdi, geç olsada ne demek istediklerini anlıyorum.
YanıtlaSilİbrahim, yaptığın yorumlar yazılara ayrıca değer katıyor. Çok teşekkür ederim. Memlekete gelince yüz yüzede konuşuruz inşallah.
Silbunun filmi de nefis. kaçırmaaa :)
YanıtlaSilEvet filminde güzel. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilJean Dominique'nin hikayesinden çok etkilendim.. kitabı daha önce bilmiyordum. imkanım olursa edinmeye çalışacağım..
YanıtlaSilgerçekten çok güzel.. hala etkisindeyim. anlatılan satırların..
Ne mutlu bana. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilYorumunu okuyunca şu hadis geldi aklıma;
YanıtlaSilHastalık gelmeden önce sıhhatin, yaşlılık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ölüm gelmeden önce dünya hayatının kıymetini biliniz.
Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
İade i ziyarete geldim. Anlatılan hikaye çok etkileyici kitabı alıp okumak isterim. Emeğinize sağlık. Sevgiler
YanıtlaSilKitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilÇok etkileyici bir hikaye, gırtlağımda bir yumru bıraktı.Ben bunu neden daha önce bilmiyordum diye kendime kızıyorum ve siz bunu neden bu sayfada daha önce paylaşmadınız diye size kızıyorum.Gereksiz şeylere (her şey) gereksiz yere canımı sıkarsam tekrar tekrar bu yazını okuyacağım.
YanıtlaSil/Mustafa Ş.
Kitaplarında bir zamanı var Mustafa. Belki daha önce okusan üzerinde bir etki bırakmazdı. Beğendiğine memnun oldum. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğin içinde ayrıca teşekkür ederim.
SilOkumayı düşünüyorum ben de :))
YanıtlaSilBeğenerek okuyacağınızı umuyorum. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilKitabın kapağı bana Nabokov'un eserlerini ve onun kelebek tutkusunu hatırlattı. Tavsiye için teşekkürler, emeğine sağlık.
YanıtlaSilKitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilAlıntılar güzelmiş. Teşekkürler :)
YanıtlaSilKitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilÇok güzel bir özet olmuş... Elinize sağlık...
YanıtlaSilYorumunuz ve Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
Silİlgi çekici bir esere benziyor. Ayrıca çok güzel özetlemişsiniz. Teşekkürler.
YanıtlaSilFilmi de kitabı da ilgi çekici olduğu kadar insana farkında olmadığı fakat sahip olduğu değerli şeyleri hatırlatması açısından da oldukça güzel. Yorumunuz için teşekkür ederim.
SilGüzel bir kitapmış.
YanıtlaSilGüzel ve etkileyici. Yorum ve ziyaretiniz için teşekkür ederim.
Sil