BİR ŞEY BULUNMADIĞI SÜRECE SOYLU KARDEŞLİK SÜRER (SİERRA MADRE HAZİNELERİ)
John Huston’un yönettiği, B. Traven'in
“Altın Hazineleri” adlı kitabından uyarlanan 1948 yapımı (IMDB Puanı 8,5) Sierra
Madre Hazineleri adlı film; altın aramak için zorlu tepeleri
aşan Dobbs, Curtin ve İhtiyar Howard’ın, altınlar çoğaldıkça, dostluklarının ve
güven ilişkilerinin nasıl sorgulanır hale geldiğini ve düşmanlığa kadar
dönüştüğünü anlatıyor. Arzu ve isteklere dur diyememenin, insan karakteri üzerindeki dönüştürücü etkisini,
şüphenin ve hırsın bir kurt gibi insanın içindeki erdemleri kemirip
kuruttuğunu, buna rağmen dürüstlüğünden taviz vermeyen ve tamahkâr olmayan
kişilerin altını kaybetseler bile hayatlarının gerçek hazinelerine
kavuşacaklarını anlatan etkili sahneler ve diyaloglar
içeriyor.
İş bulmak için Meksika’ya gelen, ilk günlerini sefalet içinde dilenerek geçiren Dobbs, arkadaşı Curtin’e rastlar. Birlikte işe girerler, ancak çalıştıkları işten emeklerinin karşılığı parayı almakta zorlanırlar. Bir barda otururken, tepelerin altın hazineleri ile dolu olduğundan bahseden ve masrafları karşılayacak parayı bulsam altın aramaya çıkardım diyen ihtiyar Howart’ın konuşmalarına kulak kesilirler. İşittikleriyle yeni bir kapı açılır. Dobbs’un son parasını yatırdığı piyangodan ikramiye de çıkınca, bu kapı için aralarında bir engel kalmaz. Dobbs ve Curtin, yanlarına bölgeyi iyi bilen Howard’ı da alarak altın bulmak için yola çıkarlar.
Büyük umutlarla, zorlu birçok engeli aşan üç arkadaş, yeni bir sınavın arifesindedirler artık. Altınların çoğalması, aynı hedef için birlikte yola çıkan üç arkadaşı geçilmesi daha zor engellerle, nefsin tuzaklarıyla karşı karşıya bırakacaktır.
Filmde Yer Alan Ana Karakterler:
Fred Dobbs: Altının cazibesi ve zengin olma hayali karşısında bir insanın aşama aşama nasıl dönüştüğünün ve bu imtihanı nasıl kaybettiğinin prototipidir. Piyangodan çıkan parasının tamamını arkadaşı ile yapacakları iş için ortaya koyan bir insan iken şüphelerinin ve hırsının kurbanı olur.
Bob Curtin: Dürüstlüğünden ve adalet anlayışından hiç bir zaman taviz vermez. Onun hayali daha fazlasına değil, bir çiftliğe ve bu çiftliği neşelendirecek bir aileye sahip olmaya yetecek bir zenginliğe sahip olmaktır.
İhtiyar Howard: Yaşadığı tecrübeler ve anlattıkları ile filmin bilge kişisidir. Altının nerelerde olduğu ve nasıl bulunacağı hususunda bilgili olmasına ve bir çok defa da kendisi için yeterli altını bulmasına rağmen içinde bulunduğu sefaleti şöyle açıklar: “Alaska’da toprağı kazdım. Kanada’da ve Colorado’ da. Sonra eve döndüm. Ve yakalandığım bu sıtmadan neredeyse kurtuldum. Kaliforniya’da ve Avustralya’da da kazdım. Kısacası tüm dünyada. Altın insan ruhuna neler yapar bilirim. Zengin ölen bir maden arayıcısı şimdiye dek duyulmamıştır. Servet yapan başkalarını da bulacağından emindir. Bende istisna değilim. Şu anda kemirilmiş kemik gibiyim ama o ruhun kaybolduğunu sanmayın. Masrafları paylaşacak biri olsa kazmayı omuzlamaya hazırım.”
James Cody: Zengin olma hayali yüzünden, çiftliğinden, bahçesinden, eşi ve çocuğundan ayrılır. Kasabada Curtin’ e rastlar ve altın arayıcısı olduğundan şüphelenerek onu takip eder. Altın arama işine o da ortak olmak ister.
İnsana Ne Kadar Altın Lazım:
İnsanoğlunun doyumsuzluğu ve mal mülk arzusunu bir hadis şöyle ifade ediyor; “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa iki vadi olmasını ister. Onun ağzını ancak toprak doldurur.”
Howard, insanın daha fazlasını elde etme isteği karşısında düştüğü durumu çevresindekilere şöyle anlatır: “Altın şeytani bir şeydir. Kendi kendine 25.000 Doların sana yeteceğini söylersin. O halde yardım et Tanrım der, yemin edersin. İyi bir teklif. Gözü kararmış şekilde altı ay çalıştıktan sonra erzak azalır, hiçbir şey bulamazsın, sonunda 15.000, ardından 10.000 dolara düşersin. En sonunda dersin ki, Tanrım ne olur 5.000 Dolarlık bulayım, bundan sonra senden asla bir şey istemeyeceğim. (…) 5.000 Dolar bu batakhanede çok gibi görünüyor. Ama gerçekten voliyi vurursan yerinden kıpırdayamazsın bile. Ölüm tehlikesi bile seni 10.000 Dolar daha fazlasından alıkoyamaz. 10.000 Dolar olunca 25.000 istersin. 25.000 olunca 50.000, 100.000 istersin. Tıpkı rulet gibi. Bir kere daha. Her zaman bir daha.”
Bu sahne bana Tolstoy’un “İnsana Ne Kadar Toprak Lazım” adlı hikayesinde daha fazla toprağa sahip olmak için daha çok açılan ve kendine sınır koyamayan Pohom’un akıbetini hatırlatıyor. Pohom’un uşağının elinde kürek, mezar kazarken söylediği gibi: Daha fazlası değil, üç arşınlık toprak parçası yetmişti Pohom’a.
Bir Şeyler Bulunmadığı Sürece Soylu Kardeşlik Sürer:
Howard; altın aramak için ortaklık kurup beraber yola çıkan insanlarla ilgili olarak, “Ortaklar her hata için birbirlerini suçlarlar. Bir şeyler bulunmadığı sürece soylu kardeşlik sürer. Ama altın çoğaldığında belalarda başlar.” diyerek bu işe heves edenlere tecrübelerini aktarır.
Dobbs, Curtin ve Howard’ın, buldukları altının henüz çoğalmadığı günlerde, ne zaman paylaşım yapacakları ve aralarında altınları kaçıracak kimsenin herhalde bulunmayacağı üzerine sohbet ederlerken, “Ruhunda hırsızlık olan biri bunu düşünür ancak” diyen Dobss’a, “Şu anda zahmete değmez. Ama altının miktarı 300 onsa vardığında bunları düşünmeye başlarsın.” diye karşılık verir Howard. Daha yolun başında, arkadaşları bu kötümser düşüncelerinden dolayı ihtiyarı suçlasalar da, zaman Howard haklı çıkaracaktır.
Nice dostluklar vardır, ganimetin şehvetli gülümseyişine ve elde edilebilme imkânının yakınlığına karşı koyamayıp tutkularının ve hırslarının esiri olanlar yüzünden bozulmuştur. Bu zor bir imtihan. Kolay olsaydı eğer Uhud savaşında, peygamberimizin uyarılarına rağmen, ganimet kaygısıyla tepede bekleyen okçular bulundukları yeri terk ederler miydi hiç.
Devletin bekası içinde bile olsa kardeş katlinin vacip görüldüğüne, taht için şehzadeler arasında çıkan kavgalara, güçsüz ve mağdur iken birbirine kenetlenmiş, beraber saf tutmuş insanların, güç ve imkân karşısında çözülüp ayrıştıklarına, mirasın olduğu yerde kardeşlerin birbirine düşman kesildiğine, az bir sermaye ile kurulan küçük ortaklıklarının işler büyüyünce bozulduğuna şahit olduk.
Kardeşlik, kanaat, liyakat, bir olmak tutunulan dallar iken, pastadan pay almak, güce sahip olmak ve kariyer için, her türlü ilişkiyi matematiğe indirgeyen, en yüksek sonuca ulaşmak için pratik yöntem olarak ortak paydayı azaltmaktan başka çözüm yolu tercih etmeyen insanlara daha çok rastlar olduk.
“Karnın Yardım Kazmayınan Belinen /Yüzün Yırttım Tırnağınan Elinen”
Altın toplama işi bitince, bir an önce toparlanıp gitmeleri gerektiğini söyler Dobbs. Howard, altın aramak için talan ettikleri yerleri göstererek, “Dağı eski haline getirmek ve madeni yıkmak bir hafta sürer (…) Onu yara bere içinde bıraktık, yaralarını kapamak bizim görevimiz. Bize verdikleri karşısında şükranlarımızı sunmak için en azından bunu yapabiliriz.” diyerek itiraz eder ve arkadaşlarını durdurur.
Batı aydınlanma düşüncesinin yücelttiği insan, Tanrı’nın yerine kendisini koyunca, yeryüzünü de kendisi için tüketilebilir bir meta olarak görmeye başladı. Yeryüzünün kendisine emanet edildiğini unuttu. Bugünkü ekonomik sistem ve yaşam tarzının temel mottosu sınırsız tüketim ve sınırsız üretim olunca ekolojik denge bozuldu, insanın doğada yarattığı tahribatlar geri dönüşümü zor yaralar açtı, havanın, suyun ve toprağın zehirlenmesine, kirlenmesine neden oldu. Sanayi artıkları, çevre kirliliği, global ısınma, iklim değişikliği, genetiği değiştirilmiş ürünler çağımızın çözümü zor problemleri olarak karşımızda durmaktadır.
Bu yüzden, Veysel’in dediği gibi, bizi gül ile karşılayan toprağı sadık bir yar bilmek gerek. Onu imar ile yükümlü olduğumuzu unutur da, arzularımızın tatmini için tahrip etmeye devam eder isek, gelecek günler çocuklarımız için yaşanabilir olmaktan çıkacaktır şüphesiz. Rabbim bizi bunun sorumluluğundan korusun.
Hiç akıldan çıkarmamak gerekir ki; “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır (Rum Suresi 41)
Maddi Bir Zenginlik, Hayatımızın Gerçek Hazinelerinden Ayrılmaya Değmez:
Sahip olduklarımızın kıymetini bilemeyip, bunları da kaybetmemize sebep olacak hayallerin, nefsimizin tatminini için sahip olmak istediklerimizin peşinde savrulduğumuz oluyor. Çoğu defa ilk rüzgârda kopup düşecek olanlar için, içimizi ısıtmayacak elbiseler için, su üstünde kalan köpük misali ameller için, ailemizi, dostlarımızı ihmal ettiğimiz, yapmaktan hoşlandığımız şeyleri ertelediğimiz, ideallerimizden, hayallerimizden vazgeçtiğimiz oluyor.
Curtin’in hayali bir arazi alıp meyve yetiştirmektir. Bunun sağlayacak paranı temini için altın aramaya çıkar. Oysa Curtin’in hayaline zaten sahip olan James Cody, eşini ve çocuklarını, çiftliğini, bahçesini bırakıp, daha fazla zengin olmak hayali ile altın aramaya çıkar. Yönetmenin bu iki karakteri bir araya getirmesi oldukça manidar. Birinin daha fazlası için terk ettiği, diğeri için en büyük hayal.
Elimizdekinin kıymetini bilmeyişimiz, çokça karşılaştığımız bir durumdur bu.
Film boyunca beni en çok etkileyen sahne, haydutlar tarafından öldürdükten sonra James Cody’in cebinden çıkan mektupta karısı Helen’in yazdıkları oldu:
“Sevgili Jim.
Mektubun yeni geldi. Sessiz geçen onca aydan sonra senden haber almak öyle güzel oldu ki, o vahşi yerlerde mektup atacak posta kutularının olmadığının elbette farkındayım. Ama bu seni merak etmekten beni alıkoymuyor. Küçük Jim iyi. Ama oda benim kadar babasını çok özlüyor. “Babam ne zaman eve gelecek?” diye sorup duruyor. Bu kez iyi bir şeyler bulamazsan tekrar gitmeyeceğini söylüyorsun. Ne kadar mutlu olduğumu kelimelerle anlatamam. Artık sana söyleyebilirim, ne kadar büyük olursa olsun maddi bir zenginliğin bu ayrılığın acısına değeceğine asla düşünmüyorum. Buralar bu yıl daha da güzel. Harika bir bahar yaşadık. Ilık yağmurlar yağdı ve don olmadı. Meyve ağaçları çiçeğe bürünmüş durumda. Yukarı bahçe alev alev sanki. Aşağı bahçe ise kar fırtınasından kalmış gibi. Herkes iyi bir mahsul bekliyor. Umarım hasat için dönersin. Elbette istediğin zenginliğe de ulaşacağını umuyorum. Şansın sana gülmesinin tam vakti. Eğer gülmezse hayatının gerçek hazinelerini bulduğunu sakın unutma.
Sonsuza dek senin olan Helen”
Helen’in dediği gibi ne kadar büyük olursa olsun maddi bir zenginliğin, bizi hayatımızın gerçek hazinelerinden ayırmaya değeceğine inanmıyorum.
UYARI:
FİLMİN SONU HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMAK İSTEMEYENLER BURDAN SONRASINI OKUMAYABİLİRLER:
İşte Sahip Olduklarımız, Bir Varmış Bir Yokmuş:
Dobbs, şüphelerinin ve hırsının kurbanı olup, arkadaşı Curtin’i yaralayarak (öldürdüğünü zannederek) altın tozlarını kaçırır ancak haydutlar tarafından yakalanır ve öldürülür. Haydutlar, eşeklerin sırtındaki içi altın dolu postu, ağır çeksin diye konmuş kum torbalarıyla doldurulduğunu zannederler ve postları bırakıp eşekleri alırlar. Howard ve Curtin, Dobbs’un haydutlar tarafından öldürüldüğünü ve altın tozlarıyla dolu postları bıraktıklarını öğrenince altınların peşine düşerler. Ancak altın tozları fırtınanın etkisiyle toplandıkları tepelere çoktan geri gitmiştir.
Howard bu durum karşısında, “Gülelim Curtin, bize yapılan bir şaka bu. Tanrı, kader veya doğanın şakası. Altın onu bulduğumuz yere döndü! Bu şaka, on aylık çalışma ve ıstıraba mal oldu!” der ve Curtin ile birlikte akıbetlerine bakıp kahkahalar ile gülmeye başlarlar. Filmin final sahnesidir bu. Altını kaybetmeleri her ikisine de gerçek hazineleri için yeni bir yolculuğa çıkmalarına vesile olur.
Hayatımızın gerçek hazinelerine tutunup, onlara sahip çıkmamız dileği ile.
İyi seyirler.
YUNİS ELMAS
İş bulmak için Meksika’ya gelen, ilk günlerini sefalet içinde dilenerek geçiren Dobbs, arkadaşı Curtin’e rastlar. Birlikte işe girerler, ancak çalıştıkları işten emeklerinin karşılığı parayı almakta zorlanırlar. Bir barda otururken, tepelerin altın hazineleri ile dolu olduğundan bahseden ve masrafları karşılayacak parayı bulsam altın aramaya çıkardım diyen ihtiyar Howart’ın konuşmalarına kulak kesilirler. İşittikleriyle yeni bir kapı açılır. Dobbs’un son parasını yatırdığı piyangodan ikramiye de çıkınca, bu kapı için aralarında bir engel kalmaz. Dobbs ve Curtin, yanlarına bölgeyi iyi bilen Howard’ı da alarak altın bulmak için yola çıkarlar.
Büyük umutlarla, zorlu birçok engeli aşan üç arkadaş, yeni bir sınavın arifesindedirler artık. Altınların çoğalması, aynı hedef için birlikte yola çıkan üç arkadaşı geçilmesi daha zor engellerle, nefsin tuzaklarıyla karşı karşıya bırakacaktır.
Filmde Yer Alan Ana Karakterler:
Fred Dobbs: Altının cazibesi ve zengin olma hayali karşısında bir insanın aşama aşama nasıl dönüştüğünün ve bu imtihanı nasıl kaybettiğinin prototipidir. Piyangodan çıkan parasının tamamını arkadaşı ile yapacakları iş için ortaya koyan bir insan iken şüphelerinin ve hırsının kurbanı olur.
Bob Curtin: Dürüstlüğünden ve adalet anlayışından hiç bir zaman taviz vermez. Onun hayali daha fazlasına değil, bir çiftliğe ve bu çiftliği neşelendirecek bir aileye sahip olmaya yetecek bir zenginliğe sahip olmaktır.
İhtiyar Howard: Yaşadığı tecrübeler ve anlattıkları ile filmin bilge kişisidir. Altının nerelerde olduğu ve nasıl bulunacağı hususunda bilgili olmasına ve bir çok defa da kendisi için yeterli altını bulmasına rağmen içinde bulunduğu sefaleti şöyle açıklar: “Alaska’da toprağı kazdım. Kanada’da ve Colorado’ da. Sonra eve döndüm. Ve yakalandığım bu sıtmadan neredeyse kurtuldum. Kaliforniya’da ve Avustralya’da da kazdım. Kısacası tüm dünyada. Altın insan ruhuna neler yapar bilirim. Zengin ölen bir maden arayıcısı şimdiye dek duyulmamıştır. Servet yapan başkalarını da bulacağından emindir. Bende istisna değilim. Şu anda kemirilmiş kemik gibiyim ama o ruhun kaybolduğunu sanmayın. Masrafları paylaşacak biri olsa kazmayı omuzlamaya hazırım.”
James Cody: Zengin olma hayali yüzünden, çiftliğinden, bahçesinden, eşi ve çocuğundan ayrılır. Kasabada Curtin’ e rastlar ve altın arayıcısı olduğundan şüphelenerek onu takip eder. Altın arama işine o da ortak olmak ister.
İnsana Ne Kadar Altın Lazım:
İnsanoğlunun doyumsuzluğu ve mal mülk arzusunu bir hadis şöyle ifade ediyor; “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa iki vadi olmasını ister. Onun ağzını ancak toprak doldurur.”
Howard, insanın daha fazlasını elde etme isteği karşısında düştüğü durumu çevresindekilere şöyle anlatır: “Altın şeytani bir şeydir. Kendi kendine 25.000 Doların sana yeteceğini söylersin. O halde yardım et Tanrım der, yemin edersin. İyi bir teklif. Gözü kararmış şekilde altı ay çalıştıktan sonra erzak azalır, hiçbir şey bulamazsın, sonunda 15.000, ardından 10.000 dolara düşersin. En sonunda dersin ki, Tanrım ne olur 5.000 Dolarlık bulayım, bundan sonra senden asla bir şey istemeyeceğim. (…) 5.000 Dolar bu batakhanede çok gibi görünüyor. Ama gerçekten voliyi vurursan yerinden kıpırdayamazsın bile. Ölüm tehlikesi bile seni 10.000 Dolar daha fazlasından alıkoyamaz. 10.000 Dolar olunca 25.000 istersin. 25.000 olunca 50.000, 100.000 istersin. Tıpkı rulet gibi. Bir kere daha. Her zaman bir daha.”
Bu sahne bana Tolstoy’un “İnsana Ne Kadar Toprak Lazım” adlı hikayesinde daha fazla toprağa sahip olmak için daha çok açılan ve kendine sınır koyamayan Pohom’un akıbetini hatırlatıyor. Pohom’un uşağının elinde kürek, mezar kazarken söylediği gibi: Daha fazlası değil, üç arşınlık toprak parçası yetmişti Pohom’a.
Bir Şeyler Bulunmadığı Sürece Soylu Kardeşlik Sürer:
Howard; altın aramak için ortaklık kurup beraber yola çıkan insanlarla ilgili olarak, “Ortaklar her hata için birbirlerini suçlarlar. Bir şeyler bulunmadığı sürece soylu kardeşlik sürer. Ama altın çoğaldığında belalarda başlar.” diyerek bu işe heves edenlere tecrübelerini aktarır.
Dobbs, Curtin ve Howard’ın, buldukları altının henüz çoğalmadığı günlerde, ne zaman paylaşım yapacakları ve aralarında altınları kaçıracak kimsenin herhalde bulunmayacağı üzerine sohbet ederlerken, “Ruhunda hırsızlık olan biri bunu düşünür ancak” diyen Dobss’a, “Şu anda zahmete değmez. Ama altının miktarı 300 onsa vardığında bunları düşünmeye başlarsın.” diye karşılık verir Howard. Daha yolun başında, arkadaşları bu kötümser düşüncelerinden dolayı ihtiyarı suçlasalar da, zaman Howard haklı çıkaracaktır.
Nice dostluklar vardır, ganimetin şehvetli gülümseyişine ve elde edilebilme imkânının yakınlığına karşı koyamayıp tutkularının ve hırslarının esiri olanlar yüzünden bozulmuştur. Bu zor bir imtihan. Kolay olsaydı eğer Uhud savaşında, peygamberimizin uyarılarına rağmen, ganimet kaygısıyla tepede bekleyen okçular bulundukları yeri terk ederler miydi hiç.
Devletin bekası içinde bile olsa kardeş katlinin vacip görüldüğüne, taht için şehzadeler arasında çıkan kavgalara, güçsüz ve mağdur iken birbirine kenetlenmiş, beraber saf tutmuş insanların, güç ve imkân karşısında çözülüp ayrıştıklarına, mirasın olduğu yerde kardeşlerin birbirine düşman kesildiğine, az bir sermaye ile kurulan küçük ortaklıklarının işler büyüyünce bozulduğuna şahit olduk.
Kardeşlik, kanaat, liyakat, bir olmak tutunulan dallar iken, pastadan pay almak, güce sahip olmak ve kariyer için, her türlü ilişkiyi matematiğe indirgeyen, en yüksek sonuca ulaşmak için pratik yöntem olarak ortak paydayı azaltmaktan başka çözüm yolu tercih etmeyen insanlara daha çok rastlar olduk.
“Karnın Yardım Kazmayınan Belinen /Yüzün Yırttım Tırnağınan Elinen”
Altın toplama işi bitince, bir an önce toparlanıp gitmeleri gerektiğini söyler Dobbs. Howard, altın aramak için talan ettikleri yerleri göstererek, “Dağı eski haline getirmek ve madeni yıkmak bir hafta sürer (…) Onu yara bere içinde bıraktık, yaralarını kapamak bizim görevimiz. Bize verdikleri karşısında şükranlarımızı sunmak için en azından bunu yapabiliriz.” diyerek itiraz eder ve arkadaşlarını durdurur.
Batı aydınlanma düşüncesinin yücelttiği insan, Tanrı’nın yerine kendisini koyunca, yeryüzünü de kendisi için tüketilebilir bir meta olarak görmeye başladı. Yeryüzünün kendisine emanet edildiğini unuttu. Bugünkü ekonomik sistem ve yaşam tarzının temel mottosu sınırsız tüketim ve sınırsız üretim olunca ekolojik denge bozuldu, insanın doğada yarattığı tahribatlar geri dönüşümü zor yaralar açtı, havanın, suyun ve toprağın zehirlenmesine, kirlenmesine neden oldu. Sanayi artıkları, çevre kirliliği, global ısınma, iklim değişikliği, genetiği değiştirilmiş ürünler çağımızın çözümü zor problemleri olarak karşımızda durmaktadır.
Bu yüzden, Veysel’in dediği gibi, bizi gül ile karşılayan toprağı sadık bir yar bilmek gerek. Onu imar ile yükümlü olduğumuzu unutur da, arzularımızın tatmini için tahrip etmeye devam eder isek, gelecek günler çocuklarımız için yaşanabilir olmaktan çıkacaktır şüphesiz. Rabbim bizi bunun sorumluluğundan korusun.
Hiç akıldan çıkarmamak gerekir ki; “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır (Rum Suresi 41)
Maddi Bir Zenginlik, Hayatımızın Gerçek Hazinelerinden Ayrılmaya Değmez:
Sahip olduklarımızın kıymetini bilemeyip, bunları da kaybetmemize sebep olacak hayallerin, nefsimizin tatminini için sahip olmak istediklerimizin peşinde savrulduğumuz oluyor. Çoğu defa ilk rüzgârda kopup düşecek olanlar için, içimizi ısıtmayacak elbiseler için, su üstünde kalan köpük misali ameller için, ailemizi, dostlarımızı ihmal ettiğimiz, yapmaktan hoşlandığımız şeyleri ertelediğimiz, ideallerimizden, hayallerimizden vazgeçtiğimiz oluyor.
Curtin’in hayali bir arazi alıp meyve yetiştirmektir. Bunun sağlayacak paranı temini için altın aramaya çıkar. Oysa Curtin’in hayaline zaten sahip olan James Cody, eşini ve çocuklarını, çiftliğini, bahçesini bırakıp, daha fazla zengin olmak hayali ile altın aramaya çıkar. Yönetmenin bu iki karakteri bir araya getirmesi oldukça manidar. Birinin daha fazlası için terk ettiği, diğeri için en büyük hayal.
Elimizdekinin kıymetini bilmeyişimiz, çokça karşılaştığımız bir durumdur bu.
Film boyunca beni en çok etkileyen sahne, haydutlar tarafından öldürdükten sonra James Cody’in cebinden çıkan mektupta karısı Helen’in yazdıkları oldu:
“Sevgili Jim.
Mektubun yeni geldi. Sessiz geçen onca aydan sonra senden haber almak öyle güzel oldu ki, o vahşi yerlerde mektup atacak posta kutularının olmadığının elbette farkındayım. Ama bu seni merak etmekten beni alıkoymuyor. Küçük Jim iyi. Ama oda benim kadar babasını çok özlüyor. “Babam ne zaman eve gelecek?” diye sorup duruyor. Bu kez iyi bir şeyler bulamazsan tekrar gitmeyeceğini söylüyorsun. Ne kadar mutlu olduğumu kelimelerle anlatamam. Artık sana söyleyebilirim, ne kadar büyük olursa olsun maddi bir zenginliğin bu ayrılığın acısına değeceğine asla düşünmüyorum. Buralar bu yıl daha da güzel. Harika bir bahar yaşadık. Ilık yağmurlar yağdı ve don olmadı. Meyve ağaçları çiçeğe bürünmüş durumda. Yukarı bahçe alev alev sanki. Aşağı bahçe ise kar fırtınasından kalmış gibi. Herkes iyi bir mahsul bekliyor. Umarım hasat için dönersin. Elbette istediğin zenginliğe de ulaşacağını umuyorum. Şansın sana gülmesinin tam vakti. Eğer gülmezse hayatının gerçek hazinelerini bulduğunu sakın unutma.
Sonsuza dek senin olan Helen”
Helen’in dediği gibi ne kadar büyük olursa olsun maddi bir zenginliğin, bizi hayatımızın gerçek hazinelerinden ayırmaya değeceğine inanmıyorum.
UYARI:
FİLMİN SONU HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMAK İSTEMEYENLER BURDAN SONRASINI OKUMAYABİLİRLER:
İşte Sahip Olduklarımız, Bir Varmış Bir Yokmuş:
Dobbs, şüphelerinin ve hırsının kurbanı olup, arkadaşı Curtin’i yaralayarak (öldürdüğünü zannederek) altın tozlarını kaçırır ancak haydutlar tarafından yakalanır ve öldürülür. Haydutlar, eşeklerin sırtındaki içi altın dolu postu, ağır çeksin diye konmuş kum torbalarıyla doldurulduğunu zannederler ve postları bırakıp eşekleri alırlar. Howard ve Curtin, Dobbs’un haydutlar tarafından öldürüldüğünü ve altın tozlarıyla dolu postları bıraktıklarını öğrenince altınların peşine düşerler. Ancak altın tozları fırtınanın etkisiyle toplandıkları tepelere çoktan geri gitmiştir.
Howard bu durum karşısında, “Gülelim Curtin, bize yapılan bir şaka bu. Tanrı, kader veya doğanın şakası. Altın onu bulduğumuz yere döndü! Bu şaka, on aylık çalışma ve ıstıraba mal oldu!” der ve Curtin ile birlikte akıbetlerine bakıp kahkahalar ile gülmeye başlarlar. Filmin final sahnesidir bu. Altını kaybetmeleri her ikisine de gerçek hazineleri için yeni bir yolculuğa çıkmalarına vesile olur.
Hayatımızın gerçek hazinelerine tutunup, onlara sahip çıkmamız dileği ile.
İyi seyirler.
YUNİS ELMAS
Sierra Madre Hazineleri (The Treasure Of The Sierra
Madre)
Yönetmen: John HUSTON Yapım Yılı:1948
Oyuncular:
Humphrey Bogart (Fred Dobbs)
Tim Curtin (Bob Curtin)
Walter Huston (İhtiyar Howard)
Burce Bennett (James Cody)
Çok derin bir konuya sahipmiş Tolstoy un hikayesini örnek göstermeniz de çok uymuş :) Bütün örnekleriniz ve yorumlarınızı çok severek okudum.Her zamanki gibi çok iyi bir yazıydı teşekkürler :) Filmi de not aldım :)
YanıtlaSilİzlerken ve izledikten sonra sürekli etkileyen bir film oldu benim için. Ziyaretiniz için teşekkür ederim .
SilDetaylı paylaşımınız takdire değer.
YanıtlaSilİlk yorumunuz. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
SilÇokta kederlenir, azda gülerim.
YanıtlaSil/Abdurrahim Karakoç
Ne güzel söylemiş öyle. Allah gani gani rahmet eylesin. Teşekkür ederim Mustafa
SilFilmin günümüz versiyonu da var mıdır acaba. Spoiler konusunda uyarı için de teşekkürler.
YanıtlaSilYoktur her halde. Spoiler konusunda ben rahatsız olmuyorum ancak buna dikkat eden, önemseyen kişilerinde merakını ve heyecanını kırmak istemem. Ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilGerçekten de çok güzel bir esermiş, bir yerde menfaat çoğaldıkça insanların birbirine yanlış yapma ihtimalleri de artar. Tanıtım için çok teşekkürler.
YanıtlaSilÇok doğru söylüyorsunuz. Ziyaretiniz için teşekkür ederim.
Silizlemem miiii. çok iyii. ah humprey ah :) ne filmleri var yaaa, malta şahini, afrika kraliçesi gibi. amerikan sinemasının en iyi oyuncusu seçildi. e bi de casablanca tabii. oleeeey :) iyi seçim :)
YanıtlaSilBuna sevindim. Malta Şahini'ni bende beğenirim. Ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilO mektup ne harika bir mektupmuş öyle.
YanıtlaSilÖyle gerçekten. Ziyaretiniz için için teşekkür ederim .
SilBaya da eski bir filmmiş.İzleyim bi uygun zamanda :)
YanıtlaSilEski ama degerli bir film. Ziyaretiniz için teşekkür ederim .
SilPaylaşımlarınızı severek takip etmeye çalışıyorum daha nice paylaşımlarınız olur inşaallah...Sıkılmadan dirayetle :)...Selam ve Dua ile...
YanıtlaSilSelam ziyareti :)
Çok memnun olum. Selam ve muhabbetle...
SilFilmin konusu hiçbirimize yabancı gelmiyor. Çünkü günlük hayatın ta kendisini anlatıyor. Nefs en büyük düşmanımız. Bir şeyleri elde ettikçe daha çok istiyoruz.
YanıtlaSilZiyaretiniz ve Aylak Editör deki paylaşımınız/tavsiyeniz için çok teşekkür ediyorum İbrahim bey.
SilAçıklama için teşekkür ederim ilk fırsatta filme bakacağım
YanıtlaSilUmarım beğenerek izleyeceğiniz bir film olur. Uzun ve eski bir yapım, siyah beyaz....
SilHer zamanki gibi çok kaliteli bir yazı kaleme almışsınız Yunis Bey. Tebrik ederim. Anafikri ve mektubu çok beğendim. Okurken bu filmi izlemeliyim diye düşündüm. Buna rağmen yazıyı sonuna kadar okumaktan kendimi alamadım. Çokkkkk teşekkürler 👍😊🤚
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Eski bir yapım, siyah beyaz ve uzunca bir film. Umarım sıkılmadan izlersiniz. Filmin teması benim çok hoşuma gitmişti.
SilBu sözü yazdım aklıma. Piyango bahsi hiç aklıma gelmemişti. Ziyaretiniz için teşekkür ederim.
YanıtlaSilYalnızlık başa bela dostlar;
YanıtlaSilGidelim, gelelim,
Hal hatır soralım arkadaşlar;
Gönlümüzü şad edelim.(İletişim güzeldir)
Bu paylaşım için teşekkür ederim Fatih bey.
SilNot aldım. Bakalım hafta sonu izleyebilirim belki. Konusu ilgimi çekti. Çok teşekkürler :)
YanıtlaSilBeğenerek izleyeceğiniz bir film olur inşallah.
Silbence de insan oğlunun gözünüde ağzınıda toprak doyurur tanıtım için de ayrıca teşekkürler.
YanıtlaSilİnsanoğlu bir de bunu bilebilse, bilebilsek.
SilZiyaretiniz için teşekkürler.
rica ederim saygılar
SilNe varsa klasiklerde var degil mi 😊
YanıtlaSilHaklısınız. Kitaplarda da filmlerde de klasikler vazgeçilmezlerim.
SilBöyle eski filmleri severim. Şimdinin bir biri ardına üretilen bir biri benzeri filmlerinden çok daha iyidir.
YanıtlaSilYorum ve ziyaretiniz için teşekkürler.
Sil