6- BİR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜ / STEFAN ZWEIG
“Kendini
gösterinin hizmetine adamış olan birey, toplumsal hayatta varoluşunu
ispatlayabilmek için, görünen olana yüklenir ve tüketerek gösteriyi besler.
Böylece ‘gösteri kendini tartışılamaz ve erişilmez devasa bir olumluluk olarak
sunar. “Görünen şey iyidir, iyi olan şer görünür” der, başka bir şey demez.”
(Gösteri Toplumu-Guy Debord)
Belki de bu yüzden insanlar çapı nispetinde ulaşabildiği mecralarda, görünür olmak, var olduğunu göstermek telaşı içinde kıvranmakta. Gündelik hayat, yaşanılan hayatın her anının sergilendiği bir sahneye, sahip olunan şeylerin yarıştırıldığı bir arenaya dönüşmüş bulunmaktadır.
Belki de bu yüzden insanlar çapı nispetinde ulaşabildiği mecralarda, görünür olmak, var olduğunu göstermek telaşı içinde kıvranmakta. Gündelik hayat, yaşanılan hayatın her anının sergilendiği bir sahneye, sahip olunan şeylerin yarıştırıldığı bir arenaya dönüşmüş bulunmaktadır.
İletişim
araçlarının arttığı, kolay ulaşılabildiği bir çağda, iletişimsizlik tedavi
gerektirecek ciddi sorun haline geldi. Sahici dostluklar kurmak her geçen
gün zorlaşıyor. Bunun yarattığı boşluk, sahip olunan maddi imkan ve statüler,
sanal cemaat ve sanal gerçeklikler üzerinden giderilmeye çalışılıyor.
Anlam boşluğu içinde savrulan günümüz insanının içine düştüğü sığlığı, Philip
CUSHMAN, “boş benlik” kavramıyla açıklıyor. İnsanlar, her geçen gün
fazla bilgiye ulaşabildiği sanısı içinde düştüğü anlam eksikliğinin,
yabancılaşmanın, bir değer üretemeyişinin doğurduğu boş benliğini, başkaları
tarafından fark edilmek, göz önünde bulunmak yoluyla örtmeye çalışıyor
ve bunun için akla hayale gelmedik eylemlerde bulunuyor.
En ilginç görüntüyü yayınlayabilmek için yeri
geliyor sonu ölümle biten selfie çekiliyor, yeri geliyor her türlü ahlak dışı tutum ve
davranış, popüler kalabilmek ve görünür olabilmek için birer araç olarak
kullanılabiliyor. Her gün yazılı, görsel
ve sosyal medyada arzı endam edenler, toplumsal değerlerin ve toplumu bir arada
tutan bağların aşınması pahasına söylemlerle bulunmaktan, eline geçirdiği imkanların keskin kılıcıyla birilerini kurban etmekten çekinmiyor.
İstediği
halde görünür olmayı başaramayan bazı insanlarsa, uzanamadığı ciğere pis diyen
kedi misali sade yaşamın, dürüst olmanın faziletinden dem vururken, kimileri de
Karun’un ziyneti ve görkemine bakıp da keşke ona verilen servet gibi bizim
de servetimiz olsaydı diyen topluluk gibi bu arzu ile yanıp tutuşuyor.
Sahip olduğu imkânlara sırtını yaslayıp, bakın ben çok kudretliyim diyen, sergilediği şöhreti ile kıskanılacak bir hayatım var diyen, serveti, tahsis edilen makamı ve elde ettiği imtiyaz ile toplum içinde varlık bulabilmiş, ancak şahsiyet “ol”amamış insanların elinden, bir gün bu imkânların hepsi alınsa, işte o zaman “bir çöküşün öyküsü” başlar ve geriye koca bir boşluk kalır.
Sahip olduğu imkânlara sırtını yaslayıp, bakın ben çok kudretliyim diyen, sergilediği şöhreti ile kıskanılacak bir hayatım var diyen, serveti, tahsis edilen makamı ve elde ettiği imtiyaz ile toplum içinde varlık bulabilmiş, ancak şahsiyet “ol”amamış insanların elinden, bir gün bu imkânların hepsi alınsa, işte o zaman “bir çöküşün öyküsü” başlar ve geriye koca bir boşluk kalır.
Stefan ZWEIG, bu boşluğu, “Bir Çöküşün Öyküsü” ile gerçek bir olaydan esinlenerek, Fransa’nın
XV. Louis döneminde sarayda bir hayli etkili olan ve daha sonra Normandiya’ya sürülen
Madame de Prie’nin yaşamı üzerinden anlatıyor bize.
Madame de Prie; Fransa’nın tamamında hüküm sürmüş, ülkenin yoksullaştığı dönemde şantajla çok büyük paralar elde etmiş, birçok kişinin iktidar ve
mevkii sahibi olmasında etkili olmuş, dalkavukların önünde eğildiği bir kadınken, hiç beklemediği
bir anda, devletin bütçesini sarstığı ve halkı kızdırdığı için dönemin kralı tarafından, kendisine
gönderilen kısa bir mektup ile sarayı derhal terk etmesi istenir ve
Normandiya'daki malikanesine sürgün edilir. (S;2,3,30,33)
Gücün ve iktidarın kaybedilişi ile birlikte maskeler de düşer, yalnızlık ve iç hesaplaşmaların başladığı, muhatabını savunmasız bırakan günlerin gecelerinde, gerçekler tüm çıplaklığı ile arzı endam eder.
Madame de Prie, sürgün edilişini sahte gülümsemesiyle gizlemek ister. Çünkü, “gerçek eylemlerini bir yalanla örtmek onun karakteriydi (...) Maske taşımayı ve rol yapmayı kendine öylesine belletmişti ki, kendi yalanıyla gerçekten sakinleşti (S;3,4) Ancak, "kapı kapanır kapanmaz (...) dudaklarındaki gülümseme kurumuş yaprağın dökülmesi gibi soluverdi. (S;2)" İçine düştüğü "ıssızlık, bütün odalarda hain bir hayvan gibi oturmaktaydı (...) ve kadın hayvanın üzerine atılmasından kork(uyurdu). (S;9)"
Madame de Prie; “kalabalıklar içinde onlarca yıl yüzmüş ve bu kalabalıkların onu taşıyıp beslediğini asla anlamamıştı, ama şimdi bir balık gibi yalnızlık sahiline vurmuştu, çaresizlik ve şahlanmış acılar içinde çırpınıyordu (S;14)” Yalnızlık onu boğuyordu, insanlara ihtiyacı vardı; yada insanlardan, bütün varlığını binlerce damarla dal budak sardığı saraydaki insanlardan, dostlarından haber almaya, onu heyecanlandırıp etkileyecek bir şeylere ihtiyacı vardı. (S;10)
Geçmişte yaşanan şaşaa ve debdebe ne kadar görkemli olursa olsun, düşen bir kişinin gündemde kalabilmek, gözde ve gönüllerde tekrar varolabilmek için gösterdiği tüm çabalar, insanları biraz heyecanlandırıp ilgi ve alakalarını çekse de, bu çok uzun sürmez. Bir sihirbazın gösterdiği hünerin gölgesi altında unutulur gider.
"Bu insanlar için özlemi duyulan şan, zorla elde edilmek istenen ölümsüzlük, adlarının yanından teğet geçer. Yazgıları, önemsiz olayların tozuyla dumanının altında kalır. Çünkü insanlık tarihi davetsiz misafirleri sevmez; kahramanlarını kendi seçer, ne kadar usandırıcı bir çabaya girerlerse girsinler hakkı olmayanları acımasızca geri çevirir; talihin ilerlemekte olan arabasından bir kez düşen kişi, arabaya bir daha yetişemez. (S;48 deki bu alıntı üzerinde ufak değişiklikler yapılmıştır)
Başka bir yazıda görüşmek üzere hoşça kalın.
Gücün ve iktidarın kaybedilişi ile birlikte maskeler de düşer, yalnızlık ve iç hesaplaşmaların başladığı, muhatabını savunmasız bırakan günlerin gecelerinde, gerçekler tüm çıplaklığı ile arzı endam eder.
Madame de Prie, sürgün edilişini sahte gülümsemesiyle gizlemek ister. Çünkü, “gerçek eylemlerini bir yalanla örtmek onun karakteriydi (...) Maske taşımayı ve rol yapmayı kendine öylesine belletmişti ki, kendi yalanıyla gerçekten sakinleşti (S;3,4) Ancak, "kapı kapanır kapanmaz (...) dudaklarındaki gülümseme kurumuş yaprağın dökülmesi gibi soluverdi. (S;2)" İçine düştüğü "ıssızlık, bütün odalarda hain bir hayvan gibi oturmaktaydı (...) ve kadın hayvanın üzerine atılmasından kork(uyurdu). (S;9)"
Madame de Prie; “kalabalıklar içinde onlarca yıl yüzmüş ve bu kalabalıkların onu taşıyıp beslediğini asla anlamamıştı, ama şimdi bir balık gibi yalnızlık sahiline vurmuştu, çaresizlik ve şahlanmış acılar içinde çırpınıyordu (S;14)” Yalnızlık onu boğuyordu, insanlara ihtiyacı vardı; yada insanlardan, bütün varlığını binlerce damarla dal budak sardığı saraydaki insanlardan, dostlarından haber almaya, onu heyecanlandırıp etkileyecek bir şeylere ihtiyacı vardı. (S;10)
Geçmişte yaşanan şaşaa ve debdebe ne kadar görkemli olursa olsun, düşen bir kişinin gündemde kalabilmek, gözde ve gönüllerde tekrar varolabilmek için gösterdiği tüm çabalar, insanları biraz heyecanlandırıp ilgi ve alakalarını çekse de, bu çok uzun sürmez. Bir sihirbazın gösterdiği hünerin gölgesi altında unutulur gider.
"Bu insanlar için özlemi duyulan şan, zorla elde edilmek istenen ölümsüzlük, adlarının yanından teğet geçer. Yazgıları, önemsiz olayların tozuyla dumanının altında kalır. Çünkü insanlık tarihi davetsiz misafirleri sevmez; kahramanlarını kendi seçer, ne kadar usandırıcı bir çabaya girerlerse girsinler hakkı olmayanları acımasızca geri çevirir; talihin ilerlemekte olan arabasından bir kez düşen kişi, arabaya bir daha yetişemez. (S;48 deki bu alıntı üzerinde ufak değişiklikler yapılmıştır)
Başka bir yazıda görüşmek üzere hoşça kalın.
Yunis ELMAS 26.10.2018
Kitap; Bir Çöküşün Öyküsü
Yazar; Stefan ZWEIG
Türkiye İş Bankası, 56 Sayfa
Kitap; Bir Çöküşün Öyküsü
Yazar; Stefan ZWEIG
Türkiye İş Bankası, 56 Sayfa
Çok güzel bir kitabı çok güzel anlatmış ve tanımışsın. Çokkkkk teşekkürler👍🌷
YanıtlaSilYorumunuz için ben teşekkür ederim.
SilSosyal medyanın var olmakla ilişkisini çok güzel anlatmışsınız. Ayrıca ne kadar acı değil mi gerçekte acı çeken yüzlerin ekranda gülümsemesi...
YanıtlaSilGerçekten çok acınası. Yorumunuz için teşekkür ederim.
SilKitabın ana temasına yönelik vurguladığın meseleye ekleyecek bir sözüm yok fakat bir cümleyle geçiştirilmiş gibi duran ‘’İstediği halde görünür olmayı başaramayan bazı insanlarsa, uzanamadığı ciğere pis diyen kedi misali sade yaşamın, dürüst olmanın faziletinden dem vururken ….’’ madalyonun diğer yüzüne de eğilmek gerek. ‘’Eline ahlaksızlık fırsatı geçmemiş olanlar ahlakla ilgili ders vermesinler.’’ diye bir söz duymuştum. Popüler yaşamı eleştiren ben, acaba o yaşama güç yetiremediğim için mi sadelikten dem vuruyorum? Her yıl tatillerde otellere verecek param olmadığı için mi tatile gitmenin ahlaki bir mevzu olmadığını vurguluyorum yoksa gerçekten öyle olduğuna inandığım için mi? Hasta olduğum zaman Allah’ı dilimden düşürmeyen ben, sağlığıma kavuştuğum vakit acaba dilimi nelerle oynaştırıyorum? Şairin şu dizeleri her daim aklımdadır;
YanıtlaSil‘’bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.’’
Ademoğlunu tanıdım da kendimi o tanımın içinde bir yere yerleştiremedim. Ben neyim onuruyla yaşamaya çalışan bir insan mı yoksa iyi bir hokkabaz mı?
Eksik kalan yeren yaptığın katkı ve şiir için teşekkür ederim Mustafa.
SilGerçekten çok yerinde bir yorum olmuş, tebrik ederim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Siltam düne alışmıştım ki bu gün geldi şeklinde bir yazı vardı sosyal medyada... her gün bir birinin tekrarı ve vitrin dizaynıyla öldürüyoruz vaktimizi... sevilmek ve beğenilmek için yaptığımız her şey mübahmış gibi bir haleti ruhiyelik... yine bir bloğun köşesinde güzel bir söz camdan yansıyan güneş gibi gözümüze girmek için işaret veriyor; "ne yaparsan yap her şey boşuna" nevinden öğütle zihnimizi sarsmaya çalışıyor ama nafile... her şeyimiz hayrolsun inşallah... :)
YanıtlaSilYazınızda paylaştığınız güzel bir alıntıyla güzel günler diliyorum;
"Çünkü insanlık tarihi davetsiz misafirleri sevmez; kahramanlarını kendi seçer..."
Yorumunuzla yaptığınız katkı için teşekkür ederim.
SilÇok güzel yorunlamissiniz kaleminize sağlık 😊
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Silgüzel yazı...düşmek dediğimiz şeyi herkes hayatında en az bir kez yaşar bence
YanıtlaSilbazen makam bazen para bazen sevdiğini kaybeder ve farklı şekilde o yalnızlığa düşer
günümüzdeki görünme çabası da iletişim yokluğundan ...
Yorumunuzla yaptığınız katkı için teşekkür ederim.
Silharika bir kalem Zweig... bu aralar okumaktan en keyif aldığım yazar.
YanıtlaSilZweig'in eserleri gerçekten okuyucuya hem keyf veriyor, hem de yaşananları sorgulatıp düşündürüyor. Yorumunuz için teşekkür ederim.
SilYazarın çoğu kitabını okudum, bu da okuduğum kitaplarından biriydi. Harika ruhsal tasvirleri ve müthiş bir anlatım gücü var
YanıtlaSilZweig kitapları hakkındaki görüşünüze sonuna kadar katılıyorum. Yorumunuz için teşekkür ederim.
SilGüzel bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilKitap yorumunu gunumuz dunyasiyla cok iyi harmanlamissiniz. Kaleminize saglik.
YanıtlaSilDeğerlendirmeniz için teşekkür ederim. Okuduğum kitapların yazıldığı dönemden bugüne taşımayı seviyorum.
SilÇok güzel yazmışsınız. Hayat inişli çıkışlı bazı insanlar bunu hesap edemiyor ve yıkımları daha ağır oluyor maalesef. Yazı için teşekkürler :)
YanıtlaSilYorumunuz ve katkınız için ben teşekkür ederim.
SilBugünün sosyal sorunlarına da değinerek çok güzel bir anlatım yapmışsınız.Çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilYazıldığı dönemden çok sonraki yıllara da seslenen kitapları okumayı seviyorum. Tabii bu kitaplar hakkında yazı yazmayı da. Bu takdir edici düşünceniz için teşekkür ederim.
SilYorumunuzla yaptığınız katkı için teşekkür ederim .
YanıtlaSilbunu okumadım daha sırayla okuyom kitaplarını. hafif yumuşak geliyor bana öykülerii. yaz esintisi gibii :)
YanıtlaSilZweig'in eserleri ayrı bir tat bırakıyor okuyucu üzerinde. Yorumunuz için teşekkür ederim.
SilBu kitabini okumadim not alayim 😊
YanıtlaSilOkuduğunuzda begeneceginizi umuyorum.
SilOkumayı sabırsızlıkla bekliyorum :)
YanıtlaSilUmarım beğenirsiniz. Yorumunuz için teşekkür ederim.
SilBende livaneli ve zweig vazgecilmez ikilimdir, cok guzel yorumlamissin kalemine saglik..
YanıtlaSilLivaneli okumadım. Ancak yıllar öncesinde kızıyla birlikte de söylediği "Bu Benimki Sevda Değil" parçasını çok dinlerdim.
SilZewig son zamanlarda ilgiyle okuduğum bir yazar. Kitaplara Kaçanları ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederim.
ben buradan yazınızla ilgili bir şey yazmayacağım ama okudum çok güzel fakat şunu ifade etmek istiyorum blog açtıktan sonra yeni insanlar tanıdık çok yüz yüze olmasa da ilk başlarda blog ziyaretlerine önem vermedim dedim ki aman gelen gelir tek tek kimseyi ziyaret edemem sonra ufak tefek dolaştıkça baktım ki aslında blog ziyaretinde karşında ki kişiye belki ufakta olsa bir katkı sağlıyorsun.Ama ya sana katıkları engin yeni bilgiler yeni düşünceler kitaplar, öyküler yaşanmışlıklar ben blogların beni geliştirmeye başaldığına inandım ve bu yüzden elimden geldiğince vaktim yetiğince dolaşıyor okuyorum inanın mercimek çorbasını çok iyi yapmama rağmen tarifini okuyorum :) burdan size çok teşekkür ediyorum bunlar samimi duygular inanın yanlış bir kelimemiz varsa da af ola sevgi ve saygılarımla...
YanıtlaSilBu şekilde düşündüğünüze memnun oldum. Bil mukabele ...
SilMerhabalar,
YanıtlaSilAvusturyalı roman, tiyatro, biyografi yazarı Stefan Zweig'i ilk olarak ''Satranç'' kitabıyla tanımıştım. ‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romanını da dün itibariyle bitirdim. ”Olağanüstü Bir Gece”, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimini anlatmaktadır. Romanda beni en çok etkileyen cümle şu iki cümle olmuştu:
-Kendisini bulmuş olan insan dünyada hiçbir şeyi kaybetmeyecektir. Kendi içindeki insanı kavramış olan insan ise bütün insanlığı anlayacaktır.
-Ne var ki bu satırları zaten sadece kendim için yazacaktım ve kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.
‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romandan altını çizdiğim, en sevdiğim yirmi alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/olaganustu-bir-gece-romanindan-muhtesem-20-alinti/
Umuyorum ilgiyle okursunuz,
edebiyatla ve sağlıkla kalın.
Kitaplara Kaçanları ziyaretiniz için teşekkür ederim.
SilMerakla okuyacağım....